-->

29 Eylül 2013 Pazar

Her Annenin Doğum Hikayesi Farklıdır...





Bu cümleyi anladığımda hamileliğimin 6.ayındaydım. Hamile olduğumu bilen herkes kendi hikayesini anlatır olmuştu bana. Önce suyu gelen, önce kanaması olan, 2 gün önceden kasıklarında ağrılar hisseden, 12 saat sancı çeken, 24 saat hastanede gelsin diye bekleyen, sancısı hiç olmayıp, direk doğumhaneye giren, normal doğuran, epidural doğuran, sezeryan doğurup sonrasında acısı hiç olmayan... 

Yaşananlar farklı, fakat anne olmanın heyecanını yaşadığın o anın hisleri herkeste o kadar birbirine yakın ki mucize gibi... Şöyle 3 ay öncesini düşününce aklım almıyor... Herkes gibi benimde bir hikayem var diyerekten başlıyorum… 





Sezeryan doğumdan daha çok korktuğum için en başından beri normal doğum istiyordum. Korkumun dışında normal doğumu arzulamamım bir diğer nedeni ise;  doğanın kanunu gibi, zincirin halkası gibi, rutini gibi, tüm kötülüklerden arınır gibi, varoluş gibi, topraktan filizlenir gibi, mucizeye şahit olabilmek için  o anı ölümsüz kılmak için istiyordum, normal doğumu. 

20 Haziran 2013  Perşembe sabahıydı... Kayıtlara geçtiği hamilelik tarihi ile 38 + 5 'di. O ana kadar yola çıktığını hissettiren  ne bir sancı ne de bir belirti olmuştu. Hatta doktorumun en az bir hafta daha olduğunu söylemesi ile ben günlük hayatıma devam ediyordum. Bir gün önce çok rahat yürüyüş yapıyor, hatta Perşembe günü gidilecek yerlere sözler veriyordum. Aslında son akşam yemeğimi oldukça abartmıştım, hatta abim ve eşi tarafından ti'ye bile alınmıştım. Ama normaldi, ben gebeydim değil mi?

Sabah bir ağrı ile uyanmış,  ama onun doğum sancısı olduğunu  biraz geç anlamıştım. Hatta beni uyandıran sancıların arasında tekrar yatağıma yatıp uyumak istedim. 3. sancıda acaba mı derken 20 dk.'da bir sancım gelmeye başlamıştı. Necati'yi son ana kadar uyandırmak istemiyordum, sanki kıyamıyordum, bilemiyorum. Sonunda uyandırdım ve hemen paniklememesi için "Bugünki işe planın ne?" diye sorduysam da hemen anladı tabi. Hastaneye hemen gitmek ile gitmemek arasında biraz kaldık. Öncelikle benim sancılarımın yalancı sancı dedikleri Braxton Hicks olup olmadığından emin olmalıydık. Evime yakın olması sebebiyle doğum Acıbadem Maslak Hastanesi'nde gerçekleşecek ve doktorum da orada görev yapmaktaydı. Tesadüf bu ya doktorum ameliyatta, acil serviste kadın doğum doktoru yok, hastanede bana telefonda sancılarımı  tarif edebileceğim bir tane doktoru bağlamadılar. Söyledikleri yalnızca "Gelin doktorlarımızdan biri görecek" o an bendeki sinir harbini  düşünün.

Çantalarımızı almadan, çıktık yola, nasılsa 5 dk'ydı hastane. Bu arada benim sancılar 12-10 dk'ya çıkmış,farklı bir doktora muayene olmuş ve 2 cm açılma olduğunu belirtmişti. Sancılarım kısa süreli bel bölgemden arkaya doğru vuruyor ve diğer tarafından geçip gidiyordu sanki. 

Odaya yerleştik, bu arada doktorum Canan Genim geldi. Açılma 4 cm olduğunda ise epiduralin zamanı gelmişti. Bir yandan suni sancı, bir yandan epidural... Sanıldığı gibi epidural sancılarınızı tamamen hissetmenizi engellemiyor. Yalnızca  şiddetini azaltıyor. 

Doğum sürecinde tek arzum çektiğim sancıların sevdiklerim tarafından izlenmemesiydi ki sanırım bu talebim birazda onlar içindi. Çünkü ben sancıdan kıvranırken karşımdakilerin yapabileceği hiç bir şey olmuyor ve kendilerini çaresiz hissediyorlar. Anneciğimin yüzü hala gözlerimin önünde... 


Doğumun gerçekleşmesi için olması gereken açıklığa geldiğimizde ise doğumhanenin yolunu tutmuştuk, tabi Necati'de benimle birlikte. Doğumhaneye girdiğimde sanki sancılar bir anda şiddetini arttırmıştı. Hiçbir şey düşünemiyor, yalnızca olayın mucizesine odaklanmış gibi o ritueli yaşıyordum. Kitlenmiş gibi bir sonraki sancıyı bekliyor ve kendimi tüm bunların doğal sürecine bırakmıştım.  Yapacağımı sürekli kendime tekrar ediyor, arada da "Hadi be oğlum!Hadi Sergen!" dediğimi hatırlıyorum. Ikınma anlarımdaki bağrışlarımı duyanlar olmuş tabi, ben ise bunları hiç hatırlamıyorum. Her ıkınmada sona geldiğimi hissediyor ve biteceğini biliyordum. Son bir nefeste ise o ana kadar sımsıkı kapalı olan gözlerimi açmamla  mucizemin karşımda duruyordu. Sonrasında ise tüm sancılarım bitmiş ve unutulmuştum bile. Oğlum Sergen'im pembe suratı ile kucağımda, kollarımın arasındaydı. O andan sonrası yorgunluk, rahatlama ile karışık mutluluk ve tutamadığım gözyaşlarımdı. Yaşanan tüm bu duygu yoğunluğunda göz yaşlarını tutmak mümkün değildi. 

Doğumhaneden tekerlekli sandalyede çıktığımda ise dışarısı o kadar kalabalıktı ki inanılmaz şaşırdım. Tüm sevdiklerim orada ve gözleri yaşlı ama bi o kadar da mutlu bana bakıyorlardı. 

Bazılarınız şaşırabilir ama odaya çıktığımızda  fotoğraf çekimi olacağı için ilk  işim makyaj  yapmak oldu. Eee yıllar sonra da bakacağız bu fotoğraflara değil mi ama. 

Sergen'im odaya geldiğinde ise emzirmem için hemşire kucağıma verdi ve sanki 3., 5. çocuğum gibi gayet normalmiş gibi  hemen emzirmeye başladım. Sergen'im de sanki hep bildiği memeymişte hep emiyormuş gibi cuk diye yapıştı. Tuhaf ama bir o kadar normal süreçlerdi yaşananlar. Bundan sonrası ise dostlar ile muhabbet, fotoğraf çekimi, mutluluğumun paylaşarak çoğalması. 



12 saatte yaşanan duygular o kadar derin ve o kadar inanılmaz ki, tarifi çok zor, anlatmak istesem bile kelimeler ile ifade edilebileek gibi değil. Anne olmak ise nasıl anlatılır bilemiyorum, mucizlerin en yücesi, en şahanesi ....

Mucizenizi kucağınıza sağlıkla almanız dileğiyle ...


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder